bookmate game
tr
Livros
Peter Gotthardt

Elflerin Kaderi 1: Demir Zırhlı Savaşçılar

  • viyandeniz47aslan45775fez uma citaçãohá 12 dias
    gideceksin?”
    “Yıllar önce dağlara gitmiştim,” dedi Veronika. “Sefaletin ve tehlikenin kol gezdiği bir zamanda, huzur bulabildiğim küçük bir vadiye ulaşmıştım. Kötülüğün adım atamayacağı, büyülü bir yerdi. Gidip o vadiyi ve hepimizin aradığı barışı ve huzuru tekrar bulmaya çalışacağım.”
    “Ben de seninle gelip sana muhafızlık edeceğim,” dedi Demirbilek baltasını kaldırarak.
    “Hayır, Demirbilek,” dedi Veronika. “Yalnız gitmeliyim. Burada kal ve Lotus’u koru. Elflerin geleceği onun elinde.”
    Veronika tacını çıkararak Lotus’a verdi.
    “Bu taç artık senin. Beraberinde getirdiği sorumluluk da öyle.”
    Lotus annesine şaşkınlıkla bakakaldı.
    “Yakında geri döneceksin, değil mi?” diye sordu annesine.
    “Bilmiyorum,” diye iç çekti Veronika. “Eğer gerçekten barış diye bir şey varsa, önce onu bulmalıyım.”
    Sonra kızına sarılarak devam etti: “Sizin ve tüm Elflerin yolu ve bahtı açık olsun.”
  • viyandeniz47aslan45775fez uma citaçãohá 12 dias
    dört kertenkeleyi ve azman canavarları atlatmak zorundaydılar.
    Sitrus atının dizginlerini tutarak eyerine atladığı gibi onları takip etmeye koyuldu.
    “Durdurun onları!” diye bağırdı Kral Hodbin.
    Kalan Çelik Yumruk savaşçıları, kralın emrini yerine getirmeye çalışıyordu. Bazıları öfkeli kertenkeleleri yakalamaya çalışırken, diğerleri Elflere saldırmaya hazırlanıyordu.
    Ama artık çok geçti. Elf ordusu düşmanı geride bırakmıştı bile. Kartal Kanyonu’na giden yolda hiçbir engel kalmamıştı.
    Diğer Elflerle birlikte dar kanyonda ilerleyen Rubus’un gözleri kocaman açıldı.
    “Ne yüksek uçurumlar bunlar böyle!” diyebildi sadece.
    “Gerçekten de öyle,” dedi Lotus. “Hiç kimse bu kalenin duvarlarını yıkamaz.”
    Pruna ve bir grup şövalye kanyonun girişinde kaldı. Geri kalan Elfler ise vadiye varana kadar yola devam ettiler. Yeşil çayırları ve etraflarını saran yüksek dağları hayretle izliyorlardı.
    “Burası harika bir yer,” dedi Lotus, Sitrus’a dönerek. “Sen olmasan buraya ulaşmayı asla başaramazdık. O korkunç kertenkelelerin yanına yaklaşma cesaretini nereden buldun?”
    Sitrus omuz silkti. “Bana pek zor gelmedi. Çiftlikte öfkeli atlarla ve kızgın boğalarla uğraşmaya alışığım.”
    “Sana bir şey olacak diye çok korktum,” dedi Lotus. “Birazcık da olsa korkmadın mı?”
    “Elbette korktum. Ama pek düşünecek zamanım olmadı,” dedi Sitrus gülümseyerek.
    Elfler yerleşmeye başlamış, herkes kendine göre bir iş bulmuştu.
    Kraliçe Veronika hariç... Uzun süre sessiz ve dalgın bir halde öylece durduktan sonra Lila’dan Elfleri toplamasını istedi.
    “Size söyleyecek önemli şeylerim var,” diye başladı Veronika. “Artık sizin kraliçeniz değilim.”
    Elflerin şaşkınlıktan dili tutulmuştu.
    “Ne demek istiyorsun?” diye sordu Lila.
    “Size savaşa gitme emrini ben veremem,” diye cevapladı Veronika. “Bugün, Lotus’un size benden daha iyi hizmet edeceğini anladım. Sizi zafere götürebilecek biri varsa o da Lotus’tur. Bunu bugün siz de kendi gözlerinizle gördünüz. Benim tavsiyemi duymak isterseniz, yeni hükümdarınızın Lotus olmasına izin verin derim. Şimdi sizi ona emanet ederek aranızdan ayrılıyorum.”
    “Bizi bırakıyor musun?” diye sordu Lotus büyük bir şaşkınl
  • viyandeniz47aslan45775fez uma citaçãohá 3 meses
    edemez.”
    “Biliyorum,” diye iç çekti Kraliçe. “Ama Elflere ölüme gitmelerini emredemem.”
    “Ama…” diye başlayacak oldu Pruna.
    Kraliçe onu duymadı. Atının üstünde başını kaldırarak
  • viyandeniz47aslan45775fez uma citaçãohá 3 meses
    emredemem.”
    “Ama…” diye başlayacak oldu Pruna.
    Kraliçe onu duymadı. Atının üstünde başını kaldırarak bağırdı: “Herkes beni dinlesin! Kaçmak zorundayız. Kendi başınıza ormandan gizlice kaçmalısınız. Ancak bu şekilde Çelik Yumruk savaşçılarından kurtulabiliriz ve…”
    “Hayır!” diye bağırdı Lotus avazı çıktığı kadar. “Beni dinleyin. Kaçmayacağız!”
    Kraliçe Veronika kızına şaşkınlıkla bakakaldı. Elfler aralarında fısıldaşmaya başlamış, şaşkın gözlerle birbirlerine bakıyorlardı. Kraliçeye mi yoksa prensese mi itaat edeceklerdi?
    “Birlik olmamız gerek,” dedi Lotus. “Ayrılırsak, Elf toprakları yakında yok olacak.”
    “Lotus haklı,” dedi Pruna. “Şimdi pes edersek, güzel ülkemizi asla kurtaramayız.”
    Kraliçe derin bir iç çekti.
    “Muhtemelen haklısın,” dedi. “Doğru olduğunu düşündüğün şeyi yap. Ben de seni takip edeceğim.”
    Onlar konuşurken, Sitrus da düşmanı gözlüyordu. Savaş arabasını çeken dört kertenkeleyi zorlukla kontrol edebiliyorlardı sanki. Kertenkeleler vahşice tıslıyor ve arada bir kralın azman korumalarına saldırıyorlardı.
    Canavarlarsa öfkeli kertenkeleleri uzak tutmak için dişlerini göstererek demir zincirlerini sallıyorlardı. Ama bu onları daha da kızdırıyor, Kral Hodbin ise itaat etmelerini sağlamak için kırbacını kullanmak zorunda kalıyordu.
    “Savaşıyoruz öyleyse,” dedi Pruna. “Ama nasıl?”
    “Onları gafil avlamalıyız,” dedi Sör Karadiken. “Doğrudan krallarına saldıralım. O zaman neye uğradıklarını şaşırırlar.”
    “Sanırım saflarını yarıp içinden geçebiliriz,” dedi Sitrus. “Ben denemeye razıyım. Ama arkamı kollamanız gerekecek.”
    “Bize güvenebilirsin,” dedi Lotus.
    Elfler hazırlanarak saldırı pozisyonuna geçtiler. Pruna ve Lotus, Karadiken ve Sitrus ile birlikte ön saflarda yerlerini aldılar. Bir grup şövalye de Kraliçe’nin etrafını sarmıştı. Trol Demirbilek de hemen yanındaydı.
    Elfler atlarının üstünde dörtnala ilerlemeye başladılar. Giderek daha da hızlanıyorlardı. Kralın savaş arabasına neredeyse ulaşmışlardı. Çelik Yumruk savaşçıları, etraflarını sarmak için iki taraftan ilerlemeye başladılar.
    “Savaş tanrısı bizim tarafımızda!” diye bağırdı Kral Hodbin. “Aptallar, kendi elleriyle avucumuza düşecekler.”
    Sitrus, kralın arabasına kadar ulaşmayı başarmıştı.
    “Çelik Yumrukları benden uzak tutun!” diye bağırdı Lotus ve diğerlerine.
    Ardından kertenkelelerin dizginlerini arabaya bağlayan demire doğru atıldı. Kılıcıyla yaptığı birkaç hızlı hareketle dizginleri çözmeyi başardı.
    Kertenkeleler serbest kaldıkları anda, kükreyip hırlayarak muhafızlara saldırmaya başladılar. Canavarlar, kertenkelelerin dişlerinden kaçmaya çalışırken tökezliyor, bir yandan da zincirlerini çılgınca sallıyorlardı. Hem canavarlar hem de kertenkeleler, kralın savaş arabasının arkasında duran Çelik Yumruk savaşçılarıyla çarpışıyordu.
    Bir anda her şey birbirine girdi. Çelik Yumruk savaşçılarının çoğu ezilirken, diğerleri vahşice sallanan demir zincirlerin ağır darbelerine maruz kalıyordu.
    “Elfler, beni takip edin!” diye bağırdı Lotus.
    Düşman hattındaki boşluktan geçti. Sıra sıra dizilmiş olan Çe
  • viyandeniz47aslan45775fez uma citaçãohá 3 meses
    Ayrılıp daha küçük gruplar halinde kaçmalıyız. Böylelikle çoğumuz canını kurtarabilir.”
    “Sence bu mantıklı mı?” diye sordu Pruna. “Elf ordusu bölünürse, bir daha savaşa devam edemez.”
  • viyandeniz47aslan45775fez uma citaçãohá 3 meses
    Şimdi uyanıksın,” dedi Sitrus. Kollarını Lotus’a sarmış, onu rahatlatmaya çalışıyordu.
    “İyi ki yanımdasın,” diye iç çekti Lotus.
    Kısa bir süre sonra tekrar sakinleşti. Korkusu azaldıkça, kalbi bir kez daha düzenli ve sessizce atan ritmine geri döndü.
    Oturmuş şafak vaktinin gelmesini bekliyorlardı.
    Ertesi sabah Elflerin kampına geri dönerek kamptakilere vadiden bahsettiler.
    Kraliçe ve Pruna, Elflerin hemen oraya gitmesi gerektiğine karar verdi.
    Elf ordusu kampı toplayıp dağlara yöneldi. Mümkün olduğunca sessiz hareket ediyorlardı. Ancak binden fazla süvari vardı. Bu yüzden biraz gürültü yapmaları kaçınılmazdı. Bazen Elflerin seslerinden ürken kuşlar, havalanırken yüksek sesle çığlık atıyordu.
    Lotus ve Sitrus, yolda herhangi bir engel olmadığından emin olmak için önden gittiler.
    “Ormanda Çelik Yumruk savaşçılarından oluşan birkaç küçük birlik var,” dedi Pruna. “Ama ordularının geri kalanının nerede olduğunu merak ediyorum.”
    “Belki de şatodadırlar,” diye fikir yürüttü Lotus. “Krallarının yanında bekliyorlardır.”
    “Umalım da öyle olsun,” dedi Pruna. “Onlarla burada karşılaşmak istemeyiz.”
    “Dün dört Çelik Yumruk savaşçısının beni yakaladığını söylemiştim, hatırlıyor musun?” dedi Lotus bir süre sonra. “Aralarından biri çok garip bir şey söyledi.”
    “Neymiş?” diye sordu Pruna.
    “Aldıkları esirlerin daima Kral Hodbin’e boyun eğdiğini söyledi. Elbette bu doğru olamaz.”
    “Böyle bir şeyin gerçek olabileceğini düşünmek bile istemem.”
    “Seni yakalasalardı ne yapardın?”
    “Yakalayamayacaklar,” dedi Pruna kararlı bir sesle. “Bunun olmasına izin vermektense ölene kadar savaşmayı yeğlerim.”
    Sonunda ormanın sınırına kadar gelmişlerdi. Artık önlerindeki toprakları tümüyle görebiliyorlar, ağaçların arasından dağları seçebiliyorlardı. Engin ova, önlerinde uçsuz bucaksız uzanıyordu.
    Pruna ve Lotus, atlarının dizginlerini çektiler ve dehşetle ovaya bakakaldılar.
    Düşman savaşçıları ovaya sıra sıra dizilmişti. Miğferleri ve zırhları güneş ışığının altında ışıldıyordu. Ön sıranın en ortasında, dört dev kertenkele ile birlikte Kral Hodbin duruyordu.
    Canavar gibi korkunç muhafızlar, savaş arabasının iki yanında bekliyordu.
    Pruna iç çekti. “Hiç iyi bir manzara değil bu.”
    “Keşif birlikleri ormandaki izlerimizi görmüş olmalı. Görünüşe göre orduları yolumuzu kesmeye çalışıyor.”
    “Ne yapacağız?” diye sordu Lotus.
    “Keşke bilseydim.”
    Kraliçe ve öncü Elf birlikleri, ormanın sınırına ulaştı.
    “Sayıları bizden çok fazla…” dedi Kraliçe. Korkuyla karşısındaki orduya bakıyordu.
    O sırada bir Elf, atıyla yanlarına geldi.
    “Çelik Yumruk savaşçılarından büyük bir grup bizi takip ediyor!” diye bağırdı. “Arkadan yaklaşıyorlar.”
    “Etrafımız sarıldı,” dedi Kraliçe. “Savaşmak işe yaramayacak.
  • viyandeniz47aslan45775fez uma citaçãohá 3 meses
    Sitrus.
    “Sadece… Sadece bir kâbus,” diye fısıldadı Lotus. Kalbi korkudan çırpınırken zar zor konuşabiliyordu
  • viyandeniz47aslan45775fez uma citaçãohá 3 meses
    Dikkatlice yaklaştı. Sitrus da hemen arkasından geldi.
    İki Elf yerde yatıyordu. Etraflarındaki çimenler kana bulanmıştı. Silahları hâlâ ellerindeydi.
    Sitrus Elflerin yanında diz çöktü.
    “Ölmüşler. Çarpışmada öldürülmüşler, bundan hiç şüphem yok.”
    Lotus içlerinden birini tanıyordu. Sık sık konuştuğu genç şövalyelerden biriydi bu.
    Yine bir inleme duydular. Lotus sesi takip etti.
    Bir savaşçı, gölgelerin arasında ağır yaralı halde yatıyordu. Yanında kanlı bir kılıç vardı. Miğferi başından çıkmıştı. Çelik Yumruk savaşçılarından biriydi bu.
    Lotus’un içindeki öfke kabarmaya başladı. Kılıcını çekerek savaşçının tepesinde durdu.
    “Bu ölü arkadaşlarım için!” diyerek, kılıcını savaşçının boğazına sokmak için havaya kaldırdı.
    Ama sonra yere indirdi. Savunmasız bir adamı öldüremezdi. Düşmanlarından biri olsa bile.
    Yaralı adamın gözleri açıktı. Sert bakışlarla Lotus’u süzüyordu.
    “Yap şunu,” dedi. “Öldür beni.”
    “Anlamadım,” dedi Lotus şaşkınlıkla.
    “Al canımı. Kır zinciri,” diye yalvardı savaşçı. “Belki… Belki o zaman, kalbimi kavrayan o demirden el beni rahat bırakır. Belki artık savaşmak zorunda kalmam…” Tüm söyleyebildiği bunlardı. Nefes almakta zorlanıyor, ağzından kanlar akıyordu.
    “Ne demek istedi acaba?” dedi Lotus Sitrus’a dönerek.
    “Hayal görüyor,” dedi Sitrus. “Ölmek üzere. Hadi, gitmeliyiz.”
    “Yani onu bu şekilde bırakacak mıyız?”
    “Onun için yapabileceğimiz başka bir şey yok,” diye yanıtladı Sitrus.
    “Hem zaten neden yardım edelim ki? Acele etmeliyiz.”
    Ormanın içinden batıya doğru ilerlediler. Ama kısa süre sonra gecenin karanlığına yakalandılar. Artık nereye gittiklerini bile göremiyorlardı. Birkaç kez ağaç köklerine ve kayalara takılıp düşecek gibi oldular.
    “Artık durmalıyız,” dedi Sitrus. “Ama yarın şafak söker sökmez devam ederiz.”
    Yan yana oturarak sırtlarını büyük bir kütüğe yasladılar.
    Soğuk bir geceydi. Çimenlerin ve etraflarındaki yaprakların üzerine çiy damlaları düşmüştü. Uzaktan sesi gelen bir baykuş dışında ormanda çıt çıkmıyordu.
    Lotus yorulmuştu. Gözlerini kapatır kapatmaz uykuya daldı.
    Çevresindeki her şey karanlıktı. Demirden bir elin birden kalbini tutup sıktığını hissetti.
    “Artık benim kölemsin,” dedi bir ses.
    Lotus’un tüm duyguları bir anda kayboluverdi. Kalbi birdenbire soğuk ve sert bir yumru haline gelmişti.
    Bir grup yaşayan ölü, birbirine zincirlenmiş halde karanlığın içinden geçiyordu. Lotus da onlardan biriydi. Serbest kalmak için zincirlerinden kurtulmaya çalışıyordu, ama sanki zincirler kollarına ve bacaklarına kaynamış gibiydi.
    Etraflarında vahşi bir savaş yaşanıyordu.
    Hırlayan canavarlar, acı ve öfke ile kükreyerek birbirlerini ısırıp pençeliyordu.
    “Savaş asla bitmeyecek” dedi o ses.
    Lotus bir anda nefes nefese uyandı.
    “Sorun nedir?” diye sordu Sitrus.
  • viyandeniz47aslan45775fez uma citaçãohá 3 meses
    Birinin hafifçe inlediğini
  • viyandeniz47aslan45775fez uma citaçãohá 3 meses
    Fırtına geçmiş, gök gürültüsü ve şimşek yerini hafif ve sessiz bir yağmura bırakmıştı.
    Keşke sonsuza dek böyle kalabilseydik, diye geçirdi Lotus içinden. Burası öyle güzel öyle huzurlu ki. Ne kavga var ne korku.
    Ağır ağır iç çekti.
    “Sorun nedir?” diye sordu Sitrus.
    “Her şey öyle karanlık görünüyor ki,” dedi Lotus. “Kötü bir güç topraklarımızı istila etti. Saklanmak ve sürekli oradan oraya kaçmak zorundayız. Arkadaşlarımızın ölümüne tanık olduk. Biz de düşmanları öldürürüz umuduyla yırtıcı hayvanlar gibi saklanıyoruz burada. Başımıza ne geleceğini bile bilmiyorum.”
    “Elimizden gelenin en iyisini yapmak zorundayız,” dedi Sitrus. “Umudumuzu kaybedemeyiz.”
    “Hep umuttan bahsedip duruyoruz,” diye iç çekti Lotus. “Dayanamıyorum artık. Nasıl bu kadar sabırlı olabiliyorsun?”
    “Babam bir çiftçi,” dedi Sitrus. “Ona tarlada yardım ederdim. Toprağı sürdükten ve ekinlerimizi ektikten sonra yapacak hiçbir şey kalmazdı. Tek yapabileceğimiz beklemek, güneşin ve yağmurun ekinlere yeterince ısı ve su vereceğini ümit etmek olurdu. Sonra da hasat zamanı gelene kadar beklerdik.”
    “İyi ki tanışmışım seninle,” diye fısıldadı Lotus.
    “Ben de iyi ki seni tanımışım,” dedi Sitrus genç kıza sarılarak.
    Kısa bir süre sonra, bulutlar dağıldı ve güneş ortaya çıktı.
    Sığınaklarından sürünerek çıkarken, “Kampa geri dönüş yolunu bulmalıyız,” dedi Sitrus.
    Lotus cevap vermedi. Dağa doğru bakıyordu. Aşağılardan havalanan bir kartal görmüştü. Sanki kayanın içinden çıkmış gibi görünüyordu.
    “Şurada bir kanyon olmalı,” dedi. “Belki de…”
    “Ne?” diye sordu Sitrus.
    Ama Lotus dağa doğru yürümeye başlamıştı bile. Sitrus da genç kızın arkasından koşmaya başladı.
    Lotus haklıydı. Kartal, dağdaki dar bir kanyondan çıkmıştı. Duvarlar iki tarafta da dik bir şekilde yükseliyordu.
    Kanyon, dağların içinden giden upuzun bir yolun sonunda bir vadiye açılıyordu. Vadinin dibinde gür ve kalın çimenler, dağların kenarlarından aşağıya doğru akan dereler vardı.
    Lotus etrafına bakarak mutlu bir şekilde başını salladı.
    “Tam umduğum gibi,” dedi. “Gizli bir vadi.”
    “Hiç duymadım burayı,” dedi Sitrus.
    “Ben de,” dedi Lotus. “Bilen biri var mı acaba? Hepimize yetecek kadar yer var. Şu kanyonda duracak bir avuç cesur şövalye, koca bir ordunun yolunu tıkayabilir.”
    Sitrus kıza hevesle baktı. “Elflerin burayı kale olarak kullanabileceğini mi söylüyorsun?”
    “Kesinlikle,” dedi Lotus.
    Sitrus ve Lotus aceleyle geri döndüler. Elflerin kampı dağların batısında kalıyordu. Ağaçların tepelerine doğru ilerleyen güneşi takip ettiler.
    Yağmurdan sonra hava temiz ve soğuktu. Yaprakların üstünde büyük yağmur damlaları duruyordu. Çimenler de hâlâ sırılsıklamdı.
    Her rüzgâr estiğinde Lotus ve Sitrus’un üzerine su taneleri damlıyordu. Fakat o anda birbirleri dışında hiçbir şeyin farkında değillerdi.
    Sonunda rüzgâr duruldu. Gün batmak üzereydi.
    Lotus birden durarak ağaçların arasında bir yeri işaret etti.
fb2epub
Arraste e solte seus arquivos (não mais do que 5 por vez)